Comments: 55
borahsarak [2013-04-18 08:05:23 +0000 UTC]
ellerine sağlık... dönüp dönüp bakıyorum...
👍: 0 ⏩: 0
didomu [2010-10-11 00:55:05 +0000 UTC]
erderhalar insanlarla konuşur mu? yoksa insanlarmı ejderhadır?
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to didomu [2010-10-11 22:31:45 +0000 UTC]
ikisi de doğru.
👍: 0 ⏩: 1
didomu In reply to mahlukat [2010-10-12 20:25:46 +0000 UTC]
konuştuklarını nasıl anlarsın?
👍: 0 ⏩: 1
didomu In reply to didomu [2010-10-12 20:26:22 +0000 UTC]
daha doğrusu ejder insanını nasıl anlarsın? ben bi tane tanıyorum ama o söyledi
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to didomu [2010-10-13 11:48:52 +0000 UTC]
söylediyse sorun sende o zaman onda değil.
👍: 0 ⏩: 1
didomu In reply to mahlukat [2010-10-13 15:48:28 +0000 UTC]
pardon ne sorunu? her neyse sanatın kadar değilsin ve soru sorulacak kadar da
👍: 0 ⏩: 1
didomu In reply to didomu [2010-10-13 15:53:49 +0000 UTC]
kusura bakma sinirlerime hakim olmayı öğrenemedim.. soru sormadım farz et
👍: 0 ⏩: 0
neslien [2009-10-19 16:46:32 +0000 UTC]
okudum, verdiğin her bilgi için teşekkür ederim..
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to neslien [2009-10-20 14:38:58 +0000 UTC]
okuduğunuz için ben teşekkür ederim, bonus olarak da rica ederim.
👍: 0 ⏩: 0
evren1925 [2009-06-01 21:38:33 +0000 UTC]
Şahane bir çalışma her yönden. Teşekkürler.
👍: 0 ⏩: 0
kedari [2009-01-17 00:54:30 +0000 UTC]
Bende ejderha resmine dikkat ettim. Bu resimin doğu kültürünün bir parçası olduğunu bas bas bağırıyor adeta..Ejderhanın kıvrımlarında soldan ve sağdan ter iki yönden gelen figür var. Burçlarda balığı simgeler.Uzak doğudaki anlamıda iyinin içinde kötüyü ve kötünün içinde bir iyiyi işaret eder.Ay zaten bizim bütün bayraklarımızın olmazsa olmazıdır. Güneşde doğu kültürünün vazgeçilmez bir ögesidir.
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to kedari [2009-01-17 11:15:08 +0000 UTC]
sembol okumayı bilen birisi ile işlerimi paylaşmak gibisi yok. herkes de bilmesin zaten. sağol.
👍: 0 ⏩: 0
aniise [2008-04-23 08:33:48 +0000 UTC]
Çok güçlü açıklamalar..
ßizde okulda işliyoruz ama böyle kapsamlı değil..
Kısaca..Orta Asya'dan gelen bir motif olduğu, Selçuklular zamanında çokça kullanıldığı ve bekçi,koruyucu gibi şeyleri simgelediğini öğrenebilmiştik sadece, teşekkürler..
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to egawen [2008-04-20 21:06:56 +0000 UTC]
hadi ya bilmioydum , sağol
👍: 0 ⏩: 0
Mthan [2007-03-30 15:01:51 +0000 UTC]
Usta, bilgiler de çizim de çok güzel. Bu kilimlerin üzerinde sadece bu işaretler değil ayrıca Köktürk harflerinin de bulunduğuna dair Kültür Bakanlığı'ndan çıkan bir araştırma kitabı okumuştum. Yani kilimlere dokunan simgeler aslında eski abecemizdeki harfler ve bazısı da boyları temsil eden simgelermiş. Tarihimiz o kadar büyük ki ortalama bir Türk vatandaşının milyarda birini bildiğini bile sanmıyorum.
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to Mthan [2007-03-30 15:05:05 +0000 UTC]
ne yazık ki öyle.bi de bilmeden artislik yapıyoruz yok efendim bizde şu yokmuş,bu yokmuş, şöyle geriymişiz,böyle geriymişiz,malmışız vs vs...
👍: 0 ⏩: 1
ozgurerman [2007-02-26 07:49:04 +0000 UTC]
mirim, bu çalışma olmamış maalesef, ejdarın şanına yakışmıyor.
👍: 0 ⏩: 1
ozgurerman In reply to mahlukat [2007-02-26 11:34:19 +0000 UTC]
faruk ejdar diyo ya, ejderhaya... takıldığın yere bak
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to ozgurerman [2007-02-26 15:07:03 +0000 UTC]
dükkanın önünü kapama yavrum.hadi
👍: 0 ⏩: 1
burakdanis [2007-02-26 07:08:35 +0000 UTC]
Bizim fakulteden Faruk Hocanin da Turk Mitolojisi ile ilgili calismalari vardi. Begenecegini tahmin ediyorum
Bu calisman da digerleri gibi guzel..
👍: 0 ⏩: 1
sdrmutant [2007-02-25 18:29:10 +0000 UTC]
efendim eline saglık diyoruz en başta... yorum içinse diger işlerinin yanında zayıf kalmış birazcık. ne yönden dersen de detaylar ve formlar yönünden diye acıklayabilirim.
👍: 0 ⏩: 1
ranasakmar [2007-02-25 14:54:33 +0000 UTC]
"Bütün âlemlerin aslı hayâldir!.."
"Tüm mevcudât TEK bir yapıdır!.."
"Sen iki görüyorsan, bu gözündeki şaşılıktandır; varolan sadece BİR'dir!."...
Biliyoruz ki insan, evreni, beş duyusuyla algılar. Dolayısıyla, insanın, beş duyusunun oluşturduğu evreni ile; bir hayvanın ya da insanötesi herhangi bir varlığın, duyu organlarının kapasitesine GÖRE algılanan evreni, elbette ki birbirinden son derece farklıdır!.
Bunu, basit bir misâlle açıklayalım... insan gözü, 4000 angström ile 7000A arasındaki dalgaları değerlendirerek beyne yollar; ve bu dalgalar, beyinde bir görüntü şeklinde değerlendirilir.. Biz de, beynimizin programlandığı şekilde değerlendirdiği bu dalgaları yayan veya aksettiren nesneleri "var" kabul eder, bunların dışındakileri ise " yok" sayarız.
İşte, gerçeği görememe hususundaki yanlışımız, bu noktada başlamaktadır...
Gözümüzün algılayamadığı, sayısız-sonsuz dalgaboyu skalasından son derece minik bir kesiti algıladığımız halde,her şeyi algıladıklarımızdan ibaret sanıyor; ve her şeyi, bu sınırların içinde varsayı, değerlendirmeye çalışıyoruz!...
Oysa, gerçekte, evren, sonsuz-sınırsız dalgaboylarından, ya da bir diğer ifade ile kuantlardan oluşan bir yapıdır; ki, bu algıladığımız kesit içindekiler, okyanusta bir damla bile değildir!..
İkinci olarak; anlaşılması zorunlu bir diğer husus da şudur:
Gözümüzün beyne ulaştırdığı 4000-7000 A arası dalgaboyları bir anlam taşıdığına göre; bütün dalga boyları ve boyutları ile tüm Evren, bir anlam ifade eden BÜTÜNSELLİĞE sahiptir!.. Ne çare ki, bizim algılama araçlarımızın sınırlılığı, bu EVRENİN BÜTÜNSELLİĞİNİ değerlendirmekten bizi mahrum bırakmaktadır.
Demek oluyor ki...
Beynimizin, belirli, şartlanma yollu edindiği programlarla bloke olması, bizi kısıtlıyor ve...Kesitsel algılama araçlarına (beşduyu) sahip olmamız, ve her şeyi İLLE DE beş duyu ile değerlendirme şartlanmamız, çokluk görüntüsü veren orijinal TEK'i bir türlü algılayamamamıza sebep olmakta!.
Oysa, bilimsel olarak biliyoruz ki, atom boyutunda değerlendirme aracımız ya da duyumuz olsaydı, "hepimiz BİR" olacaktık..
Bunu da anlatmak için şöyle bir misâl vereyim:
Bulunduğunuz odayı, tavanını açmak suretiyle, bir milyar defa büyütme kapasitesine sahip elektron mikroskobunun lamına koyun ve sonra da objektifinden bakın... Bir milyarlık büyütme kapasitesi, bize atomları görme olanağını verecektir... Bu takdirde, artık biz, o odadaki çeşitli isimler taktığımız eşyayı değil; demir, bakır, çinko, hidrojen, azot, oksijen vesaire gibi pekçok atomlardan ibaret, homojen bir kütleyi göreceğiz..
Göz aracıyla aynı odaya bakan beyin, az önce bir çok eşyanın varlığından söz ederken; elektron mikroskobu aracılığıyla aynı odaya bakan beyin sayısız eşyadan değil, homojen atomik bileşik bir kütleden söz edecektir; ki artık, "pek çok", sadece, "yüzküsur" atom türüne dönüşmüştür nazarımızda!..
Şayet, beynin kullandığı algılama aracı, bir milyar defa büyütme kapasitesi yerine, bir trilyon, ya da yüz katrilyon gibi rakkamlara çıksa ne olur?...
Bu takdirde öyle bir noktaya geliriz ki, evrende varolduğunu kabul ettiğimiz herşeyin, o şeye bakan algılama aracının kapasitesinden doğan, imgesel bir varlık olduğunu idrak ederiz!
İşte varolduğu, beyin tarafından kabul edilen her şey, beynin kesitsel algılama araçlarına GÖREdir; ve o görüntülerin her biri, kesitsel verilerin imajlarıdır!..
Bu tespit bizi nereye götürür?...
Madde - hücre - molekül - atom - nötron - kuark - kuant "boyutsal özeinim" ile karşımıza öyle bir TEKİL yapı çıkar ki, artık, bu TEK'ten başka bir şeyin varlığı düşünülemez!..
Kısacası, "Evren" ismiyle işaret ettiğimiz varlık, gerçekte öyle bir TEK'e dayanmaktadır ki; ki, siz ona ne isim verirseniz veriniz; O'ndan başkasına "Evren" ismi ardında yer yoktur!..
Algılayabildiğimiz kadarıyla, bir özelliği "Salt Bilinç"; diğer bir özelliği de "Evrensel Enerji" olan bu TEK, "Evren" ismiyle tanımladığımız yapı olarak, zaman kavramının olmadığı bir mânâda, her an kendi sistemiyle yaşamını sürdürmektedir.
Evrenin, sonsuz dalga boyundan meydana gelen, bilemediğimiz sayıdaki boyutta olan gerçek yapısına karşın; insanın, sadece kesitsel algılama araçlarıyla (beş duyu) değerlendirme yapmak zorunda olması nedeniyle; gerçekte, asla "EVREN"den söz edilemeyeceği; ancak "İnsanın evreni”nden bahsedilebileceği, kesinlik kazanmıştır!.
İşte acı ama kesin olan bu gerçek karşısında, insan için geriye ne kalıyor?
Beş duyu sınırlarıyla kayıtlı insan beyinlerinin, bilimsel veriler ve bulgular eşliğinde, yeni düşünce sistemleri ile çevresini ve içinde yaşadığı boyutun gerçeklerini doğruya en yakın biçimde tespit edebilmek.. İşte sorunumuz burada başlıyor...
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, beşduyunun kendisine ulaştırdıklarıyla değerlendirme yapmak mecburiyetiyle yüzyüze olan beyin, günümüzde şu gerçeği tespit etmektedir.
Algılanan boyutların ötesinde, sayısız boyutlar ve o boyutlara ait sayısız değerler, ve o değerlerle, kendine özgü canlılık sahibi sayısız türler mevcuttur!
Öyle ise biz, bilimsel verilerin doğrultusunda düşünürsek, göreceğiz ki, bizim madde boyutumuzun dışında; kendi madde boyutlarında, fakat bize GÖRE ışınsal yapılı canlılar ortamı hadsiz hesapsızdır...
Evren, tümüyle ışınsal yapı orijinlidir de; biz, " madde" âleminde mi yaşıyoruz?...
Bu konuda en önemli soru ile karşı karşıyayız şu anda!. Ve cevabının anlaşılması da oldukça güçtür...
Soruyu biraz daha açalım...
Evrende, "madde" âlemimiz, ve "madde olmayan" âlemler mi var?... Canlılar, sadece "madde" âleminde mi var?...
Bilimsel veriler gösteriyor ki, makrokozmos denilen kozmolojik sistemlerden, mikrokozmos denilen müonlara - kuantlara kadar -yardımcı araçlarla da olsa - göz veri sınırları içersinde kalan herşey, birbirini meydana getiren terkipsel katmanlardır..
Oysa bu katmanların her biri, kendi katman algılayıcısına GÖRE maddedir!.. Yani, “madde” ve “maddeötesi” kavramı tamamıyla algılayıcısının kapasitesine GÖRE değişen, "GÖRESEL KAVRAM"dır!..
Bizim algılama araçlarımızın iki puan üstündeki algılama araçlarına sahip birimler için, bizim dünyamız ve yapımız, maddeötesi iken; bizim iki puan altımızdaki algılama araçlarına sahip bir başka türe göre, yaşadığımız ortam, mevcut bile değildir!...
Bir hücre ya da bir bakteri, bilinci itibariyle, bizim varlığımızdan bile haberdar değilken; önümüzde böyle bir örnek mevcutken; biz nasıl olur da, içinde yaşadığımız ortamda, bizden başka canlı-bilinçli varlıkların mevcut olmadığını iddia edebiliriz?...
Algılayabildiğimiz kadarıyla, ister dalgasal birikim, ister kuantsal yapı olarak ele alalım, gerçekçi düşünce bizi, sayısız canlı-bilinçli birimler ve birikimler evreninde yaşadığımız sonucuna götürmektedir...
Ancak ne var ki, biz, kendimizi henüz l9. yüzyılın, gelişmemişlikten kabullenilen madde ve maddecilik şartlanmasından arındıramadığımız ve çağdaş düşünce sistemi içinde yer alamadığımız için; Evrene ait gerçekler ve değerler boyutuna sıçrama yapamıyor, her şeyi dar madde sınırları içerisinde çözümleyip, değerlendirmeye çalışıyoruz.
Şunu artık kesin olarak bilmeli ve idrak etmeliyiz ki; kuantsal yapı boyutundan, “madde” adını taktığımız “beşduyu boyutu”na, ve daha "ÜSTMADDE" boyutuna kadar, her terkipsel yapının, kendine özgü bilinci ve değerleri mevcuttur!... Biz, bu gerçeği idrak ettiğimiz ve üzerinde araştırmalarımızı sürdürdüğümüz ölçüde, bu bilinç birimleriyle iletişim kurma imkânına sahip olabiliriz. Dar görüşlülüğün ifadesi olan inkâr ise, evrende kör bir bilinç olarak yaşamaktan başka bir şey kazandırmaz.
Geniş ve kapsamlı düşünen insana yakışan şey, inkar değil, bilimsel düşüncedir.
Ölümötesi yaşam gerçeği; bilincin, maddeötesi yapısından kaynaklanan ve her boyutta, terkipsel yapısına göre sonsuz devam eden orijinalitesinden kaynaklanmaktadır... Zira, bilinç, maddeden değil, maddeyi oluşturan Evrensel Orijinden kaynaklanmaktadır.. Evrensel, kuantsal orijinli bilincin, madde boyutundan bedende, beyinde ulaştığı form ve kapasitenin, maddenin tükenişiyle birlikte, yeniden bir alt -ya da bir üst- boyutta ışınsal yapısıyla yaşamına devam etmesi kaçınılmaz bir son, ya da devamdır...
İnsanın, asla evrenden söz edemeyeceğini; "Evren" ismi altında anlatılmak istenen şeyin, ancak ve sadece kesitsel algılama araçları beş duyuya dayanan "insanın evreni" olduğunu anlatmıştık...
Daha sonra da, "madde" diye bir şeyin gerçekte var olmadığını; "madde" tespitini dahi beş duyuya dayanan algılama araçlarının yaptığını; başka algılama araçlarının da başka "madde"ler tespiti yapabileceğini açıklamaya çalışmış; ve her algılama aracına GÖRE değişen sayısız "madde" alemleri vardır; ki onlar, bize göre, hep "madde ötesi" âlemlerdir, demiştik..
İnsan, beş duyu verileriyle evreni tanıyamayacağına göre; insan, evren içi bir varlık olduğuna göre; Evrende, her şey madde ötesi dalgalardan, ya da kuantsal yapıya dayanan çeşitli frekanstaki, çeşitli anlamları kapsamında bulunduran birimler olduğuna, göre; bu takdirde özü itibariyle "insan" nedir?
Gözden öze yönelebilenlere, gözden öze geçebilenlere, beyinlerini beş duyu verileriyle bloke olmaktan kurtarı, derin ve kapsamlı düşünce yoluyla, madde sanısından "Evrensel Öz"e doğru, bilim artı sezgi gücüyle kullanabilenlere göre...
Evrende mevcut olan her birim, yapısına ve algılama aracına göre yer aldığı katmanda, tüm evrensel özdeğerlere sahiptir. "Evrensel öz"e sahip bulunan her birim, kendi algılama araçlarının oluşturduğu katmanda yaşadığı sürece, o katman kendi "madde" dünyası olarak mevcuttur; diğer katmanlar ise, "yok" hükmünü alır algılama aracının kapasite yetersizliği dolayısıyla!.
Gerçekte, Evrende mevcut bulunan her şey, aynı özden meydana geldiği için, ister yaratan güç denilsin, ister günümüz deyişiyle "Salt Bilinç" diyelim bu Evrensel kudret ve ilim, halogramik bir biçimde, evrenin her katmanındaki her birimin her noktasında aynı şekilde mevcuttur!.
Evrene, aynı özden meydana gelmiş değişik terkiplerdeki sayısız türün algılama araçlarından bakışı bir yana koyup da; tüm algılama araçlarının kapasitesine sahip tek bir algılama aracıyla, Özden yapıya doğrultusunda bakabilirsek, algılarız ki, canlı, sonsuz, sınırsız, ilim ve kudret sahibi, kendi varlığı dışında başka bir şeyden söz edilmesi mümkün olmayan "TEK"ten başka bir şey mevcut değildir; ki artık siz, "O"'na ne isim isterseniz veriniz!.
Bugünkü bilimsel değerlendirmeler, geçtiğimiz binlerle yıllık süreç içinde mevcut olmadığı için, o günün gözden öze yönelenleri, beş duyunun kesitsel verileri üstüne, beş duyu ötesi algılama sistemlerini de devreye sokarak, bu gerçeklere önemli ölçüde ulaşmışlar; ancak ne var ki, kendi lisanları ile, "mecaz yollu" bu gerçekleri dile getirmişlerdir.
"Evrenin tek bir ruhtan meydana geldiğini", "herşeyin varlığının bu tek ruh ile mevcut ve devam etmekte olduğunu", "insanın, özünde mevcut olan bu ruhu, dışarıda aramasının boş bir şey olacağını" vurgulayan öze ermişler, ne yazık ki kendilerini gözle sınırlayanlar tarafından anlaşılamamışlardır.
Evren, özü itibariyle tek ve tümel bir bilinç ve güç olduğuna, gerçekte sonsuz-sınırsız yapısına, ve her birimin kendi ilmi ve kudretiyle, ve gene kendi varlığıyla varolduğuna göre, insan için evrenin gerçeğine vardırıcı tek yol, gene insanın kendi bilinci ve özüdür.
İster, tüme varış; ister, tümden geliş sistemleriyle hareket edelim, öncelik hep "tüm"dedir!.. "Tüm"ü bilmezseniz, bilmediğinize varamazsınız!. "Tüm"ü bilmezseniz, tümden gelim olanaksızdır!. Öyle ise her koşulda, öncelikle bilinmesi zorunlu olan "TÜM"dür!..
"Madde"miz, beşduyu verilerine göre mevcut olan bir katman olduğuna göre; algılama araçları değiştikçe "maddeler"de değişeceğine göre; bu hükmü veren bilinç, kesinlikle anlaşılır ki madde değildir!...
Bilinç, madde olmadığına göre; "Evrensel Öz"den meydana gelmiş, "Evrensel Öz"le mevcut, ancak yapısını henüz değerlendiremediğimiz, meçhul frekanslı dalgaboyudur!..
Ve bu gerçeğe göre biz, Evrendeki, göz boyutuna göre, milyarlarca galaksiden bir galakside, yüzmilyarlarca yıldızdan birinin bir uydusunda yaşamakta olan, milyarca bedenden bir et-kemik beden değil; varlığını "Evrensel Öz"den alan, ve "O" öz ile varolan bir bilinç titreşimiyiz!.
Beşduyu sınırlamaları dolayısıyla, "madde" diye isimlendirdiğimiz her şey dahi, değişik frekanslardaki ışınsal yapıdan başka bir şey değildir!....
Ne var ki, "Evrensel Öz"ü halogramik bir biçimde varlığında bulunduran; ve hatta o "Evrensel Öz"ün mevcudiyetiyle var olan; halogramik bir biçimde öz sahibi ışınsal yapı olan varlığımıza, bizden öncekiler "RUH" adını takmışlardır.
Öyle ise, insan için, "yok olma" anlamında "ölüm" asla söz konusu olmayı; olay, kişinin bilincinin, madde boyutundan, halogramik ışınsal beden boyutuna sıçramasıdır; ya da eskilerin tanımlamasıyla. "Ruhlar Âlemine geçiş" söz konusudur.. Ve bu halogramik ışınsal özellikli beden için, ışınsal evrende, eriştiği algılama kapasitesiyle, bu kapasiteye bağlı katmanda sonsuza dek yaşam mevcuttur.
👍: 0 ⏩: 0
sertaca [2007-02-25 14:15:24 +0000 UTC]
Kompozisyonu yetersiz geldi bana az çalışılmış
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to sertaca [2007-02-25 15:59:04 +0000 UTC]
evet,olabilir, sağol ..
👍: 0 ⏩: 0
jozefm [2007-02-25 11:23:55 +0000 UTC]
Paylaştığınz bilgiler,yapıtlarınza ayrı bir değer kazandırıyor.Teşekkürler.
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to jozefm [2007-02-25 16:00:01 +0000 UTC]
okuduğun için ben teşekkür ederim
👍: 0 ⏩: 1
jozefm In reply to mahlukat [2007-02-25 20:11:53 +0000 UTC]
Rica ederim.Bizleri aydınlatmak için büyük gayret sarfettiniz.Sağolun.
👍: 0 ⏩: 0
accodeum [2007-02-25 08:17:57 +0000 UTC]
Severek, ilgiyle okudum.
Peki "...batı kültüründe neden EJDER kötü yaratık?"
gerçekten merak ettim.
Bu [link] referans ile de yine wikipedia manyaklığına daldım gittim, "rune" lardan başladım "Brutalist Mimari" de bıraktım.
Ayrıca bu wikipedia için yeni bir sistem lazım, boynuma pluku taktığım gibi "I know Kung-Fu" demek istiyorum.
👍: 0 ⏩: 2
telumaithor In reply to mahlukat [2007-02-25 17:51:29 +0000 UTC]
ari halkların kafkaslar uzerinden avrupaya dagıldıgı soylenir
belki tarihin bir doneminde orta asyada zamanının barbar kavim olarak adlandırılan kavimleriyle beraber yasıyorduk ve ortak bir din vardı ortada hatta ortak bir yazı vardı belki onbinlerce yıl once
👍: 0 ⏩: 1
mahlukat In reply to telumaithor [2007-02-25 18:05:14 +0000 UTC]
muhtemelen..
ancak şurda ki hatanı düzelteyim; ilk insanlar afrikadan asyaya(orta asyaya) ordan da dünyanın çeşitli yerlerine dağıldılar.yani uluönderin bundan seneler önce ortaya attığı (bugün dalga konusu olan) şeyler bugün kanıtlandı.nasıl mı kanıtlandı?mitokondiriyal dna testleri sayesinde.
insanlığın bu uzun yolculuğu, ve türklern bu yolculuktaki yeri için şu [link] 'e bakman yeterli.izleyenler bilir, aynı belgesel national geographic channel turkiye de de yayınlandı.şu an dünyada ki en eski dna örneği afrikadaki bir kabileden sonra kırgızistanlı bir köylüde.tam 40.000 yıllık. ayrıca yine aynı belgeselde kızılderililerin orta asyadan amerikaya göç ettiği de yine dna testinde kanıtlandı.yukarıda ki linkte bu araştırmayla ilgili bütün sonuçları bulabilirsin.
dünya bu belgeseli yaklaşık 2-3 yıl önce tartıştı, bitti,gitti.türkiyede tek bi insandan bi çıt bile çıkmadı.bi boktan haberimiz yok.işimiz gücümüz ot bok.deli oluyorum deli.
👍: 0 ⏩: 2
kavsikuzah In reply to mahlukat [2007-07-05 11:00:39 +0000 UTC]
güzelim tartışmaya küfür ve kötü kelimeler katarak heba etmişsiniz
saygılar sunarım
ukelalığımı bağışlayınız halbuki bizimde soracağımzı sziden öğrenmek isteyceğimiz konular vardı ii gunler
👍: 0 ⏩: 1
| Next =>